11 Kasım 2016 Cuma

GÜNÜMÜZÜN SLOGANI - Hep Daha Fazlası

GÜNÜMÜZÜN SLOGANI - Hep Daha Fazlası

Hello again,
                                                                                                                                                                 
Merhaba Türkiye, merhaba Mahmut abi, merhaba her sabah aynı otobüse bindiğim ve selamlaştığım halk, sana da merhaba adını Eyşan koyduğum kedi.

Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerleyim. Fakat ne sitem ettim be bu süreçte, ne atarlar yaptım. Kavga da ettim bol bol. Bu kez yazımda biraz kendimden bahsedeceğim. Girişleri hiç yapamıyorum onu farkettim. Yani esas giriş coşkulu, harika hatta efso ama konuya giriş kısmında problemlerim var. Genelde yaşanan olayları da anlatmayı beceremem, dakikasında sonunu anlatırım, heyecanı kalmaz hiçbir şeyin. Gelişmede bayağı bir yardırıyorum. Neyse ki sonuç kendiliğinden çıkıyor. Kendimden bahsetmeyi çok sevmem esasında. Durup dururken kendimle alakalı bir şey anlatmam. Haa konusu açılır, biri bana bir şey sorar işte o zaman da kolay kolay susmam. Genelde ben konuşurken karşımdakiler sürekli güler, kim olursa olsun. Çünkü ciddi olamıyorum. Çünkü en ciddi mevzunun ortasına bile bir komiklik şakalık serpiştiriyorum. Tavuğa buğday atar gibi, baharda kuşlar gibi.. Çünkü canım sıkılıyor, maymun iştahlılık değil ama. Çünkü sıkıldığım şeylere bir süre ara verip sonra yine tutkuyla bağlanabiliyorum. Zevklerim hep aynı sadece süreleri değişkenlik gösteriyor. Mesela ciddi kitap okurum, gerçi sadece kitap değil ciddi okurum. Ama bazen bir iki ay elimi sürmediğim olur kitaplarıma. Film izlerken sıkılırım, çünkü çok uzun geliyor. Yahu 2 saatte neler yapılır siz biliyor musunuz? Sadece tek bir şeye odaklanamıyorum.Hatta bir sene öncesine kadar istisnasız izlediğim bütün filmlerin ortası bende iptal. Sebebi ise uyumam. Çünkü yetişkin bir Ezgi 7/24 uyuma potansiyeline sahiptir. Dışarıdan bakınca hep enerjik durumdayım. Hatta alenen bu halime çok özenenler olduğu söylendi. Gözlerim fıldır fıldır, kafamda ne tilkiler dolaşıyor, ama gel gör ki düğünde bile uyuyabilirim, hem de sandalyeleri birleştirmeden.. Böyle bir içim geçiyor ki sormayın. Birkaç defa otobüste kafam düştü de milletin gülmesine uyandım..

Bu arada düğün demişken; düğün sevmem, kına sevmem, dış mekan fotoğraf çekimini sevmem, iç mekan boyamayı sevmem, tanımadığım insanları mıç mıç öpmeyi sevmem, canım yaaa hiç öpmiyim modundayım :) Kına hariç hepsini yaptım, lanet olası gelin başı da dahil. Ben bir gün bütün herkesin bu aktivitelerden vazgeçeceğini umarken, bir de hamamlar, organizasyon şirketleri çıkardılar başımıza. Kısaca millet kafayı yemiş. Ulan hamam deyince bana fenalık basıyor, siz n'apıyonuz.  Çıplak çıplak, et et, ıyyy. Bekarlığa veda falan yapıyorlar. Eğleniyorlar. Çok mu küfür yiyeceğim bilmiyorum ama ben buyum, yalan konuşamam, sevmiyorsam sevmiyorumdur. Bekarlığa veda demişken baby showerlara ve doğum günlerine sıçrıyorum hemen. Siz manyak mısınız? Doğmamış bebeğe niye don biçiyonuz? Bir doğsun sonra ne yaparsan yap demek çok isterdim ama yapma kardeşim gösterişini, hiç yapma, bir kez olsun kendi eğlencen için çocuğu sıkma. O çocuk var ya hani senin çocuğun, senin yüzünden isilik oluyor. Arkadaşın Aybike yaptıysa senin neyin eksik ama değil mi? Binlerce para harcayıp kocalarınızı sinir hastası yapıyorsunuz, ya da kılıbık. Bu işin tek güzel tarafı bir şeyler yemek. Ama tiki concon kanepelerden bahsetmiyorum. Ulan biri de baby shower da cantık ayran vermiyor ki anasını satıyım. Yetişkin bir Ezginin bir başka özelliği de hayvan gibi, camıştan bozma yemek yemesidir. İnanmadığınızı ve bana uyuz olduğunuzu biliyorum ama bana inanmanız için yapabileceğim tek şey beni yemek yerken görmeniz. Size şu kadarını söyleyeyim, babam ben evlenirken rızkımızı yiyon git kurtulalım dedi. Sonra çok alakasız bir zaman diliminde yine aradı ve evlendin evleneli para biriktiriyorum dedi. Ağlıyım mı güleyim mi bilemedim ama benim gibi çok gülen biri bu konuda ağlamayı tercih etti. Değişik bir babam, kafası bambaşka taraflardan çalışan bir annem ve çocukken menenjit geçirmiş gibi davranan bir kız kardeşim var. Sanırım normal olmamı beklemiyorsunuz. Eğer normal olmamı bekliyor ya da normal olduğumu düşünüyorsanız, siz normal değilsiniz. Yani öyle bir baba düşünün ki gece beni arıyor ve '' Flash Tv'yi açın bakın, Küçük İbo nasıl büyümüş'' diyor. Bu adam 3 gün konuşmadığımızda ''Hadi hadi söyle, neye kızdın da küstük?'' diyen bir adam. Benim babam Toyota gibi adam. O bize yetinmeyi bilmeyi öğreten, varken var demeyen, övünmemeyi ve alçak gönüllü olmayı beynimize sokan adam. Bakmayın çok rahat ve çılgın olduğuna, çok da korkardık hani. Neyse bu konuyu atlıyorum çünkü sadece babamı anlatabileceğim kadar malzeme var elimde. Adamı anlatsam roman olur..

Aslında çok da kıl kuyruğumdur.Özeleştiri yapabiliyorum çok şükür. Hatalarımın farkında varıp af da dileyebiliyorum. Yetilerim var yani :) Ama çok yüzeysel şunları sayabilirim. Alışveriş sevmem, tahammülüm yok o boyuttayım. Bir kadınla bir erkek kavga ediyorsa genelde erkeği haklı bulurum. Yaygara yapıyoruz çünkü, net. Playstation, telefon, bilgisayar, platformu farketmez oyun oynamaya bayılırım. Çocukluğum GTA da adamları yakıp rüya travmalarımla geçti.  Sabahtan akşama kadar karı kız kesip bir de eşime gösteririm. İçim de çok fesattır hani. Para sevmem, yani yaşamımı sürdürebileceğimden fazlası beni hep korkutur. Borcum olmasından nefret ederim. Biraz cimri, biraz da azıcık aşım kaygısız başımcıyımdır. Minnacık ve çok saçma şeylerden havalara uçarım. Bayram seyran sevmem, adet gelenek görenek bana uzak olsun. Evlilik üzerine yapılan ritüellerin hepsini Allah kahretsin. Ulan seviyoz be yetmiyor mu? Dümdüz sevemiyor mu insanlar? Hep Daha Fazlası- Günümüzün Sloganı.. Asla heves etmedim, asla özenmedim kimsenin hayatına. Yazdım, çizdim, boyadım, okudum, sevdim, seviştim, sokağa çıktım, yürüdüm, koştum, sarıldım, festivale, sinemaya konsere gittim, sabahtan akşama kadar dans ettim, içtim.. Ama inanın bu saydıklarımdan manevi olanlar olsa yeter. Mutlu olmayı bilmek ve sadece yapabildiklerinle mutlu olmayı başarmak, bütün mesele bu. Düz yaşayın ya, sevin sarılın öpün, görmeyin bazı şeyleri.

Atarlarıma gelelim biraz da. Hak hukuk kavramları benim için başı çeker. Tam da ülkesi değil mi hak hukuk aramanın. Ama bir insanı salak yerine koydular mı sadece kendim değil herhangi birini hiç farketmez, atarım ağır büyüktür. Bir insanı en çok ne yalnız hissettirir? En çok ne üzer? Salak yerine konulmak ve umursanmamak. Metrodaki teyzeyle kavga etmem ya da sokağın ortasında çocuğunu döven kadına verdiğim tepki gibi. 30 yaşındaki çocuğuna bebek muamelesi yapan anneye yaptığım eleştiri gibi. Patavatsızlık deyin hiç farketmez ama ben bir insana yalan söyleyip içimden giydirmektense belki bir şeyleri düşünür de hatasını anlar diye söyleyenlerdenim. Sivrisinek saz ilişkisi :)

Son olarak en büyük hayalim metro camını çekiçle kırmak, en sevdiğim yemek Adana dürüm, en büyük başarım ise yumurta taşıma yarışmasında birinci olmak.

Y'akşamlar...





14 Temmuz 2016 Perşembe

OTOMATİK MUTLU



Yapmak çok zor, yıkmak çok kolay derlerdi hep annem babam. Ben küçüktüm anlamazdım, bir yaşa kadar hala da anlamadım. Daha doğrusu bunun yaşla alakası yok, yaşamakla alakalı, hatalarla alakalı. Seversin bozarsın, seversin kırarsın. En çok da sevdiğini kırmak acı verir zaten. Ağzınızdan çıkan her sözü dikkatle seçin derler, doğru da derler. Ama iş uygulamaya gelince dımdızlak ortada kalır, hata üstüne hata yaparız. Tek bir cümle yanlış anlaşılır ve toparlamak için debeleniriz, olmaz, elimize yüzümüze bulaşır.

Amaaa bütün bunların bir çözümü var. Relax olsak, gerçekten karşımızdaki insanları illa ki bizi kırıyormuş ya da kötü bir şey söylüyormuş gibi değerlendirmesek? Ya da art niyetle yaklaşmayıp ''belki öyle demek istememiştir'' diyebilsek ve direkt üzerine sünger çeksek? yoook olmaz, uzatmak zorundayız. Biz Türk'üz bir kere, uzatmazsak ayıp. Herşeyin en doğrusunu kendimiz biliyoruz ya hani, bizden başka kimse fikirlerimizi değiştiremez, hiç kimse bir fikir beyan edemez, açıkça ne düşündüğünü söyleyemez, her şeyin ötesinde bizi eleştiremez. Öncelikle eleştiri kabul etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü eleştirilere de ihtiyacımız var, kendimizi düzeltmek için.

Mesela kendinizle dalga geçin. Yani kusurlarımız elbet var, emin olun mükemmel görünen herkesin mutlaka bir kötü huyu vardır. Nasıl ki yemek,eğlence, güzellik gibi konularda zevkler hep farklıysa ve herkesi memnun etmek mümkün olmuyorsa, bu da aynı şey. Olabilir, her huyunuz mükemmel olmayabilir. Bazen kendinizi düzeltebiliyor ama bazen yerinizde sayabiliyorsunuz. Çok normal. Yani bunlara ütopik bakmamak lazım. Kendinizi sevin. Gerçekten sevin. Çünkü severseniz mutlu oluyorsunuz. Tabiki de bencillikten bahsetmiyorum ama hatalarınızı kabullenin. Düzeltmeye çalışın. Çirkin gördüğünüz yerleriniz için kompleks yapmayın. Dalga geçin hatta kendinizle.

Sitem ediyor gibiyim ama öyle değil aslında. Çok şükür mutluyum. En azından her zaman mutlaka benden daha kötü durumda olanlar olduğunu bilerek şükrediyorum. Zaten en kötü diye bir şey yoktur. Her zaman için sizden daha kötü durumda olan insanların varlığını düşünürseniz otomatik mutlu oluyorsunuz :) 


Sevgiler

E.


23 Haziran 2016 Perşembe

Neden Purple Forklift?





Merhaba,


Henüz yeni katılan fakat yıllardır yazan biri olarak, ilk ''neden purple forklift'' olduğunu açıklamak istedim.
Aslına bakarsanız en sevdiğim renk bir dönem mordu. Herkesin belli zaman dilimlerinde herhangi bir şeye takıntısı olduğu gibi benim de sürekli en sevdiğim renk değişir. Bu yüzden en sevdiğim renk diye bir şey yoktur. Bir forkliftim olsaydı kesinlikle mor olurdu. Sebebini bilmiyorum. Çocukken sevmezdim ama her şey değişiyor. Belki de sebebini bilmemek çekici kılıyordur. Hayır mor deyince insanın aklına ilk patlıcan gelir, patlıcan severim ama aşık da değilimdir. Çok fazla mor kıyafetim de yoktur. Sadece detaylarda kullanırım. Ama bir şekilde hep hayatımda ve hep çok seviyorum.


Haydi rengi geçtik. Neden forklift?


Forklift, ağır yükleri çatalları aracılığıyla kaldırmak ve özellikle bir araca ya da rafa yüklemek için kullanılan bir çeşit iş makinesidir. Yine lakaplarımdan biri olan TDK Ezgi iş başında. Babam inşaatçı değil. Ya da ailemden biri. Benim bugüne kadar traktörle kamyonla haşır neşirliğim oldu ama forklift kadar ponçik bir aracın bu kadar gerilerde kalması çok üzücü. Eskiden çalıştığım yerde sürekli olarak gördüğüm ama benim için hiç bir anısı olmayan, sadece boyutu ve işlevi kıyaslamasıyla bile hayranlık bırakan bir araç benim için. İşte bunun bile mantıklı bir açıklaması yok. Sonuç olarak mor bir forkliftim olsaydı ciddi anlamda mutlu olabilirdim. Ne taşıyacaktım kim bilir? Ama mal varlığı mı mal varlığı :)

İllaki bazı şeylerde bir sebep aramamamız lazım. O anda bize çekici gelen, bizi mutlu eden her neyse onların üzerine gitmeliyiz bence. İlginç olmaya çalışmak asla değil, ya da dikkat çekme çabası. Sadece ottan boktan mutlu olmak bu. En gereksiz, en saçma şeylerle bile havalara uçmak. Malla mülkle işi olmayan benden beklenilesi bir davranış. Küçücük renkli plastik bir hesap makinesinin verdiği mutluluğu bile veremeyen bir dünya şey varken, e haydi gülelim o zaman :)